Medeni Usul Hukukunda Yargılamaya Hakim Olan İlkeler

medeni usul hukukunda yargilamaya hakim olan ilkeler

I. Genel Olarak Hukuk Muhakemelerine Hakim Olan İlkeler

Medeni usul hukukuna hakim olan ilkeler, usul hukukunda yıllar boyunca süren uygulamalar ve yargılamanın hangi esaslar çerçevesinde yapılacağı tartışmaları sonunda meydana gelen ilkeleri ifade etmektedir. Bu ilkelerin çoğu insan haklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bir kısmı Anayasa’da bir kısmı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açık veya zımni olarak yer alır. Bu ilkeler, mahkemeler önünde sübjektif hakların korunmasına ve insan haklarına yaraşır, ideal bir yargılamanın teşekkül etmesine hizmet eder. Bu ilkelerin ihlali, iç hukuk normlarının ötesinde ulusal üstü insan haklarının ihlali anlamına da gelir. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru sonucunu da doğurabilmektedir.

İlkelerden her biri farklı amaca hizmet eder ve faklı bir konuyu düzenler. Bazıları yargılama sistemimize temel niteliğini vermekte, bazıları hakimle yargılama arasındaki bağlantıyı ifade etmekte, bir kısmı yargılamanın yürütülüş şeklini belirlemekte ve geri kalanı da tarafların yargılamadaki temel yükümlülüklerini ifade etmektedir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu kapsamında yargılamaya esas olan ilkeler, kanunun 24 ve 33’üncü maddeleri arasında düzenlenmiştir. Burada alenen ve zımni olarak ifade edilen ilkeler aşağıda sırasıyla incelenecektir.

II. Tasarruf İlkesi

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24’üncü maddesinde tasarruf ilkesi düzenlenmiştir.

Özel hukukta taraflar kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisine sahiptir.

Özel hukuk ilişkileri bağlamında, bir davanın açılmasının, açılan bir davanın takibinin yapılmasının, dava konusunun ve davanın sona ermesinin tarafların iradesine tabi olması medenî usul hukuku bağlamında “tasarruf ilkesi” olarak adlandırılmaktadır.1

Tasarruf ilkesi, davanın açılmasında, konusunun belirlenmesinde, yürütülmesinde ve sona ermesinde farklı şekillerde kendini gösterir. İlk olarak davanın açılması esnasında tasarruf ilkesini inceleyeceğiz.

1. Davanın Açılışında Tasarruf İlkesi

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24’üncü maddesinin ilk iki fıkrası, davanın açılması aşamasındaki tasarruf ilkesinin görünümüdür. İlgili maddenin ilk fıkrasında; tarafların talebi olmaksızın hâkimin davayı inceleyememesi düzenlenmiştir. Bunun doğal bir sonucu olarak davayı karara bağlayamaması düzenlenmiştir. Bu durum “Davacı yoksa hâkim de yoktur. (Ubi non uccusator, ibi non iudex!)” biçiminde ifade edilmektedir.2

Tasarruf ilkesinin yargılamanın başlatılması bakımından herhangi bir istisnası yoktur. Medenî yargılama hukukunda, kamu düzeninin korunmasının gerekli görüldüğü hallerde, Cumhuriyet savcısına hukuk davası açma zorunluluğu getirilmiştir. Ancak davanın savcı tarafından açılması hâlinde dahi görülmektedir ki mahkeme kendiliğinden davaya bakmamaktadır, taleple bağlıdır.

Kural olarak kimse lehine olan bir davayı açmaya zorlanamaz. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24’üncü maddesinin kinci fıkrasında bu durum için “kanunda açıkça öngörülen haller” ayrı tutulmuştur. Öğretide bir görüşe göre, kanunda açıkça öngörülen hâller, istisnai zorlama kurallarıdır. Bu durumda, açılacak olan dava üçüncü kişilerin hukukî durumunu etkileyecek nitelikteyse, kanun koyucu, üçüncü kişilerin askıda olan durumunu çözmeye yönelik olarak kişiyi bazı davaların açılması için zorlayabilir veya kamu düzenini korumak ya da belirli bir prosedürün tamamlanması için dava açmaya mecbur bırakabilir.3

Öğretide buna örnek olarak İcra ve İflas Kanunu’nun 97’nci maddesindeki istihkak davası gösterilmiştir. Madde incelendiğinde görülmektedir ki kanun koyucu tarafından üçüncü kişinin istihkak iddiasının devam etmesi için, üçüncü kişiye istihkak davası açma zorunluluğu getirilmiştir.

Bu duruma bir başka örnek İcra ve İflas Kanunu’nun 68 ve 69’ûncu maddesidir. İlgili kanun hükmü itirazın geçici olarak kaldırılması kurumunu düzenlemektedir. Genel haciz yolunda icra takibindeki imzaya itiraz edildiği takdirde, alacaklı takibin devamı için itirazın geçici kaldırılması yoluna başvurmalıdır.

Kanaatimizce; yukarıda da görüldüğü üzere kanun koyucunun dava açmakla yükümlü kıldığı kişiler, bahsi geçen davaları açmak suretiyle kazandıkları geçici hakların devam etmesini sağlamaktadır. Bu davaların açılmaması hâlinde ise dava açmayan kimse bakımından aleyhe sonuçlar meydana gelmektedir. Elbette kimse lehine olan davayı açmaya zorlanamaz. Bununla birlikte taraf maddî hukuk bakımından da elde ettiği hakları talep hakkı ortadan kalkmadan (örneğin alacaklı temerrüdü, zamanaşımı, hak düşürücü süre) devlet yargısı aracılığıyla elde etmek istediği takdirde, yargı yoluna başvurmak zorundadır.4

Tasarruf ilkesi sadece ilk derece mahkemesince yürütülen davalardaki yargılama aşamaları için öngörülmemiştir. Kanun yolları bakımından da geçerlidir. Bu sebeple kanun yoluna başvurabilecek kimseler bu yola başvurmadıkları müddetçe, ilk derece mahkemesi kararı kendiliğinden Bölge Adliye Mahkemesi’ne veya Yargıtay’a gönderemez. İlaveten ihtiyari dava arkadaşlarından birinin hükmü temyiz etmiş, diğeri etmemişse Yargıtay’ın hükmü temyiz etmeyen taraf bakımından inceleme yapması ve hükmü onaması veya bozması da mümkün değildir. 5

2. Dava Konusu Üzerinde Tasarruf İlkesi

Dava konusu, dava ile elde edilmek istenen sonuçtur. Taraflar arasındaki hukuki ilişkiye veya tarafların hakkına ilişkin olabilmektedir. Dava konusu, yargılama hukukuna ait bir kavramdır. Bununla birlikte maddi vakıaların ve talep sonucunun davacı tarafça somutlaştırılmasıdır.6

Tasarruf ilkesi gereğince, dava konusunu davacı taraf belirleyecektir. Yani davacının, hukuki korunma talebinde bulunarak yargılama faaliyetini başlatması yeterli görülmemektedir. Aynı zamanda dava açarken neye ilişkin nasıl bir hüküm verilmesini istediğini de belirlemesi gerekmektedir. Mahkeme, davacının bu talebi doğrultusunda yargılama faaliyeti yapacak ve talebe uygun karar verecektir.7

3. Davanın Yürütülmesinde ve Sonlandırılmasında Tasarruf İlkesi

Yargılamanın yürütülmesinde tasarruf ilkesi, tarafların duruşmalara katılıp katılmamada serbest olmaları hususunda karşımıza çıkmaktadır. Tarafların, davanın işleyişi üzerinde de tasarruf yetkisine sahip olmasına bağlı olarak davacının duruşmalara katılamaması, davasını sürdürme talebinin ortadan kalktığı sonucunu ortaya koymaktadır.

Hukukumuzda da davacının davayı takip etmemesi belli sonuçlara bağlanmıştır. Bu sonuç, dosyanın işlemden kaldırılması ve akabinde davanın açılmamış sayılmasıdır. Doktrinde bu düzenleme, ortaya çıkardığı sonuçları bakımından yaptırım olarak değerlendirilmemektedir. Bu görüşe göre, dosyanın işlemden kaldırılması ile davanın sürüncemede bırakılması önlenmektedir. Böylece yargılama daha hızlı sonuçlanmaktadır.

Dava açıldıktan sonra, yargılamanın ne şekilde devam edeceği tarafların tasarrufundadır. Davacı taraf açtığı davayı takip etmeyebilir, davadan feragat edebilir. Taraflar hâkimin rızası aranmaksızın yargılamayı bitirme hakkına sahiptirler. Davanın geri alınması, tarafların sulh olması, davacının davadan feragat etmesi ve davalının davayı kabul etmesi gibi kanunumuzda da yer alan müesseseler ile tarafların davayı sonlandırması tasarruf ilkesinin bir başka sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.8

III. Taraflarca Getirilme İlkesi

Taraflarca getirilme ilkesi, yargılamanın temeli olan vakıa ve delillerin taraflarca mahkemeye getirilmesini, mahkemenin de bu vakıa ve delillerle bağlı kalarak hüküm kurmasını ifade eder.9

Taraflarca getirilmesi ilkesinin kabul edilmesinin çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan ilki, dava ile ilgili vakıa ve delillerin en iyi taraflarca bilinmesidir. İkincisi ise dava konusunun özel hukuktan kaynaklanmasından dolayı bireysel yararın ön planda bulunmasıdır. Bir başka önemli neden de, tarafın kendi hakkına ilişkin hayat olayını daha iyi savunabilecek olmasıdır.10

Taraflarca getirilme ilkesi, dava malzemesinin taraflarca getirilmesi anlamına gelmektedir. Tanımda yer alan “Dava malzemesi” teriminden; tarafların iddiaları ve savunmaları, talepleri, sundukları vakıa ve deliller gibi mahkeme tarafından uyuşmazlığın çözümünde dikkate alınacak hususlar anlaşılmalıdır.

Taraflarca getirilme ilkesinin, mahkeme bakımından ve taraflar bakımından önemi farklıdır. Mahkeme bakımından önemi, hâkim tarafından taraflarca ileri sürülmeyen vakıaların kendiliğinden dikkate alınmamasıdır. Hâkim, taraflarca getirilen vakıaları soyut normlara göre değerlendirmektedir. Eksiklik halinde ise taraflardan, taleplerini belirlemelerini ve delillerini sunmalarını istemektedir. Bu ilkenin taraflar bakımından önemi ise tarafların, iddia ve savunmalarını destekler hayat olaylarını mahkemeye sunmasıdır. Ancak sadece vakıaların taraflarca ortaya konması, hâkimin hukuk kuralını somut olaya uygulaması için yeterli olmayabilir. Bu nedenle tarafların iddia ve savunmalarını da somutlaştırması gerekmektedir.11

IV. Taleple Bağlılık İlkesi

Taleple bağlılık ilkesi hâkimin yargılama faaliyetinde, davacının talep sonucu ile bağlı olmasını ifade etmektedir. Bu ilke, yargılama ilkelerinden tasarruf ilkesi ve taraflarca getirilme ilkesinin tamamlayıcısıdır.

Taleple bağlılık ilkesine bağlı olarak, talep edilmeyene karar vermeme, talep edilenden fazlasına karar vermeme ve talep edilenden farklı bir şeye karar vermeme şeklinde mahkeme kararının sınırları karşımıza çıkmaktadır.12

Taleple bağlılık ilkesinden anlaşılması gereken talep edilen şeyin harfiyen yerine getirilmesi değildir. Talep edilen şeyin sınırlarının çizilmesidir. Hakim, bu sınırlar çerçevesinde taleple aynı nitelikte fakat daha az olan bir sonuca karar verebilecektir.13

1. Taleple Bağlılık İlkesinin İstisnası

Taleple bağlılık ilkesinin karşısında kendiliğinden harekete geçme ilkesi yer alır. Kendiliğinden harekete geçme ilkesi, tasarruf ilkesinde taraf hâkimiyetinin karşıtı olarak, dava konusu üzerinde mahkemenin hâkimiyeti olarak anlaşılmalıdır. Bu ilke, sosyal gerekçeler, kamu menfaati, zayıf tarafın korunması veya davanın tarafı olmayan fakat hüküm sonucundan etkilenen üçüncü kişinin menfaati nedeniyle, maddi hukukun tarafların dava konusu üzerindeki tasarruf yetkilerini tamamen veya kısmen ellerinden aldığı (hak üzerindeki mücadelenin tarafların keyiflerine bırakılmadığı yargılamalarda geçerlidir. Kendiliğinden harekete geçme ilkesi, medeni usul hukukunda, istisnai olarak geçerli olan bir ilkedir.14

Bir davaya sübjektif hakkın korunması değeri veriliyorsa, o zaman bu davada tasarruf ve taleple bağlılık ilkesi geçerlidir. Buna karşılık davada sadece objektif hak korunmak istenmiyorsa, o zaman tarafların tasarruf yetkileri, objektif hukukun tesisine engel oldukları ölçüde sınırlanmak zorundadır.15

Taleple bağlılık ilkesinin istisnalarına örnek olarak; Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.

Çocukların hakları bakımından, anne ve babanın hakları ile ilgili olarak, taleple bağlılık ilkesi, geçerliliğini kaybetmektedir. Yani hâkim kendiliğinden harekete geçerek ve taleple bağlı olmaksızın bu alandaki düzenlemeleri yapacaktır. Çocuğun anne veya babadan hangisine bırakılacağı, velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesi tamamen çocuğun menfaatleri göz önünde bulundurularak hâkim tarafından kendiliğinden düzenlenir.16

V. Teksif İlkesi

Teksif ilkesi, davacı ve davalının iddia ve savunmalarını, belirlenen bir yargılama kesitine kadar ileri sürmesidir.

Bu ilkenin getiriliş amacı yargılamanın gereksiz yere uzatılmasını önlemektir. Ayrıca usul ekonomisine uygun bir şekilde yargılamanın tamamlanmasını sağlamaktır.

Teksif ilkesi kanun metninde açık olarak düzenlenmemiştir. Bununla birlikte Kanunu’nun 141’inci maddesindeki iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı, teksif ilkesinin bir görünümüdür. Buna göre dilekçelerin verilmesinden sonra iddia genişletilemez ve değiştirilemez. Belirlenen yargı kesitinden sonra bu yasak teksif ilkesinin doğal bir sonucu olarak uygulanacaktır.

Ancak ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati teksif ilkesi ile iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının istisnalarını oluşturmaktadır.17

VI. Doğrudanılık İlkesi

Doğrudanlık ilkesiyle ilgili olarak doktrinde çeşitli tanımlar yapılmıştır. Pekcanıtez/Atalay/Özekes doğrudanlık ilkesini, “Yargılamanın araya başkaca makam ya da kişi girmeden kararı verecek mahkeme önünde ve onun tarafından yürütülmesi ve karar verilmesidir.” şeklinde açıklamıştır.18

Genel itibariyle baktığımızda doğrudanlık ilkesi, delillerin değerlendirilmesinin yargılamayı yapacak mahkeme tarafından yapılmasıdır. Kararı verecek hakimin üçüncü kişilerin müdahalesine kapalı olması anlamına gelir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda medeni yargılamaya hâkim olan ilkeler arasında doğrudanlık ilkesi açıkça yer almamıştır. Ancak kanunda yapılan genel inceleme ile bu ilkenin aslında kanunun tümünde hâkim olduğunu söylemek mümkündür.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na bakıldığında doğrudanlık ilkesinin belli istisnalarının yer aldığı görülmektedir. Bu istisnalardan biri, delil tespiti kurumudur. Çünkü ileride yargılamaya sunulacak deliller yargılamayı yapan mahkeme dışında bir mahkeme tarafından toplanmaktadır. Bunun yanında, yargılamayı yapan hâkim, mümkün olduğu takdirde bu işlemleri kendisi de yapabilecektir.

İstinabe müessesesi de bazı görüşlerce doğrudanlık ilkesinin bir istisnası olarak kabul edilse de bazı yazarlara göre tam olarak istisnasını oluşturmaz. Zira tahkikat ve yargılamaya ilişkin bazı işlemler başka bir hâkim tarafından yapılsa da nihayetinde bu delilerin değerlendirilmesi sonucu karar verecek olan yine asıl mahkeme olacaktır.19

VII. Hukuki Dinlenilme Hakkı

Hukuki dinlenilme hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve Anayasa’da güvence altına alınmış olan, insan onuruna yakışan, hakkaniyete uygun, adil yargılanma hakkının bir parçası ve doğru karar verilmesinin garantisi olan yargılanma hakkıdır.

Bu hak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27’nci maddesinde düzenlenmektedir. Bununla birlikte, temelini Anayasa’nın 36’ncı maddesindeki hak arama hürriyetinden alır.

1. Hukuki Dinlenilme Hakkının Unsurları

a. Bilgilenme Hakkı

Bilgilenme hakkı, gerek karşı tarafın gerekse yargı organlarının işlemlerini ve yargılamaya dahil olan her türlü şeyi kapsar. Bu kapsamda ilgili kişilerin bilgilenmesi ise tebligatla mümkün olur.

Açılmış olan davayla ilgili ileri sürülen iddia ve savunmalar hakkında bilgi verme tebligatla yapılmaktadır. Bu nedenle ilgililerin adreslerinin bilinmesi ve tebligatın ilgilinin doğru adresine yapılmasının çok büyük önemi vardır. Tebligat ilgilinin bilinen en son adresine yapılacaktır. İlgili kişi bir tüzel kişi ise, yetkili temsilcisine tebliğ edilmektedir. Yetkili temsilcisi birden fazla ise bunlardan birisine tebliğ edilmesi gerekir. Yine vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, tebligat vekile yapılır, asıl tarafa yapılan tebligat geçersizdir. Kendisine tebligat yapılan kişi, adresinde bulunamazsa, tebligat onunla oturan aile üyelerinden birisine veya hizmetçisine yapılabilmektedir. Ancak bu kişilerin tebligat yapılacak muhatap ile birlikte oturması şarttır.20

Kendisine tebligat yapılacak kişi gösterilen adreste yok ve bu tebligatı alacak kimse de bulunamaz ya da tebligatı almaktan kaçınırsa, nasıl tebligat yapılacağı Tebligat Kanunu’nda açıkça gösterilmiştir. Bunun gibi, kendisine usulüne uygun tebligat yapıldıktan sonra, ilgili adresini değiştirirse, yeni adresini tebligat yaptırmış olan mercie bildirmelidir. Bundan sonraki tebligatlar bu yeni adrese yapılacaktır. Aksi takdirde, yeni adresi tebliğ memuru tarafından da belirlenemez ise, bu tebligatın nasıl yapılacağı Tebligat Kanunu’nun 35’inci maddesinde gösterilmiştir. Bu işlemlerin eksik yapılmış olması da tebligatın usulüne uygun yapılmaması demek olacaktır. Dolayısıyla hukuki dinlenilme hakkının ihlâli sonucunu doğuracaktır. Ancak usulsüz tebliğe rağmen ilgili tebligattan haberdar olmuşsa, bu durumda hukuki dinlenilme hakkının ihlâli de söz konusu olmayacaktır.21

Bilgilenme hakkının kapsamını yalnızca derdest davadan haberdar edilmeyi ifade etmez. Karşı tarafın açıklamaları, bilirkişi raporları gibi hususları da kapsamakatdır. Kısacası yargılamanın her aşaması, bilgilenme hakkı çerçevesinde değerlendirilmektedir.22

b. Açıklama ve İspat Hakkı

Hukuki dinlenilme hakkının bu unsuru ise, yargılamanın tarafı ve ilgililerine usulüne uygun şekilde iddia ve savunmalarını ileri sürme, maddi vakıalarını ispat etme şansının verilmesidir. Bu hak maddi gerçeğin ortaya çıkmasının sağlanması bakımından ayrıca bir öneme sahiptir.

Tarafların açıklama hakkı sınırsız bir hak değildir. Aksi hal, usul ekonomisi ve teksif ilkesinin açık ihlaline neden olur. İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı çerçevesinde, tarafların belirli bir yargılama kesitine kadar vakıa ve delillerini ortaya koyabilmeleri, bu süreden sonra mahkemece vakıa ve delillerin dikkate alınmamasının hukuki dinlenilme hakkının istisnasını oluşturmayacağı hususunda doktrinde görüş birliği mevcuttur. Yazarlarca, makul sürede yargılanma amacıyla getirilen kurallara uygun yargılama yapılması zorunludur. Bu kurallara aykırılık ise hakkın ihlali anlamına gelmektedir.23

c. Dikkate Alınma Hakkı

Dikkate alınma hakkı, yargılamanın tarafları ve ilgilileri tarafından ileri sürülen iddia ve savunmalar ile ispat vasıtalarının mahkeme tarafından dikkate alınıp değerlendirilmesidir. Bu ise ancak mahkemenin gerekçesinde, neden, neye dayanarak karar verdiğini hukuki nedenleriyle açıklaması ile olur.

Mahkemenin gerekçesi, bir tarafın iddiaları ve delillerine neden üstünlük tanındığının açıklanmasını sağlar. Böylece keyfi kararların önüne geçilmesini amaçlar.

Kararlar, maddi ve hukuki sebeplere ve gerekçelere dayalı olarak verilmedir. Bu durum doktrinde “Sürpriz karar verme yasağı” olarak da isimlendirilmektedir.24

VIII. Aleniyet İlkesi

Yargılamanın alenî olması, mahkemelerde cereyan eden duruşmaların aksi kanunlarca öngörülmedikçe herkese açık olması şeklinde tanımlanmaktadır. Yargılamanın alenî olmasının iki boyutu vardır. İlk olarak, aleniyet, yargılamanın, halk tarafından izlenmesini gerektirir. Halkın duruşma salonuna girerek duruşmaları izleyebilme olanağına sahip olması, dinamik aleniyet denilen bu unsurla gerçekleşir. İkinci olarak, mahkemenin yargılama faaliyetinin ürünü olarak vermiş olduğu hükmün herkesin içinde, tarafların yüzüne karşı okunması suretiyle halkın bilgisine sunulması aleniyet ilkesinin unsuru konumundadır. Statik aleniyet adı verilen bu unsur, mahkeme kararlarının halk tarafından öğrenilip incelenmesinin mümkün olması ile meydana gelir. Aleniyet ilkesi, hem halkın yargılamayı izlemesine ve hem de yargılama sonucunda verilen kararı öğrenebilmesine imkân veren bir yargılama ilkesidir.25

Aleniyet, duruşmaların herkese açık olmasını gerektirir. Taraflar dışındaki üçüncü kişiler de duruşma salonuna girip, yargılamayı izleyebilir. Tabiî olarak maddî olanakların zorunlu kıldığı hâller saklıdır. Başka bir deyişle, aleniyet, duruşma salonuna, salonun alabildiği kadar kişinin, kabul koşullarına tâbi tutulmadan, girebilmesi hâlinde mümkün olur. Kişisel bir sınırlama olmaksızın herkes, sözlü yargılamada hazır bulunabilir.26

Yargılama hukuku bağlamında, aleniyet ilkesi şu şekilde tanımlanabilir: Yargılamanın yapıldığı yere, yargılamanın tarafı olmayan üçüncü kişilerin serbestçe girip, yargılamayı izleyebilme imkânını ve hükümlerin, yargılamanın tarafı olmayanlarca öğrenilmesini sağlayacak şekilde açıklanması gereğini ifade eden ilkeye aleniyet ilkesi denir.27

IX. Dürüst Davranme ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü

Dürüstlük kuralı, hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesinde hukuka, ahlaka ve örf adet kurallarına uygun davranma şeklinde tanımlanabilir. Usul hukuku ilişkisinde taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 29’uncu maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı, Türk Medeni Kanunu’nun 2’nci maddesinde düzenlenen ve genel bir hukuk ilkesi olan dürüstlük kuralının usul hukukundaki görünümüdür. Hukuk yargılamasında dürüstlük kuralına uyulması birçok açıdan oldukça önemlidir.

Öncelikle, adil yargılama ve maddi gerçeğe ulaşılabilmesi ancak davada dürüstlük kuralına uyulmasıyla mümkün olabilir. Yine davaların usul ekonomisine uygun şekilde sonlanması için dürüstlük kuralına uygun hareket edilmesi gerekmektedir. Dürüstlük kuralına aykırılık taraflarca her zaman ileri sürülebilmektedir. Ayrıca hâkim de resen bu aykırılığı tespit edebilmektedir. Dürüstlük kuralına uymak, kanunda taraflar bakımından bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Avukatlar da taraflar gibi, hem usul hukuku açısından, hem de avukatlık mesleğine güvenin korunması açısından dürüstlük kuralına uygun hareket etmelidirler.28

X. Usul Ekonomisi İlkesi

Usul ekonomisi ilkesi, medeni yargılama hukukunun her aşamasında geçerli ilkelerden biridir. Bu ilke boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını önlemeyi amaçlamaktadır.

Doktrinde usul ekonomisi ilkesi, çoğu yazar tarafından basitlik, çabukluk ve ucuzluk olarak ifade edilmektedir. Bununla birlikte bazı yazarlar ise usul ekonomisi ilkesinin, yargılamanın gereken süre içerisinde sonuçlandırılması anlamına geldiğini belirtmektedir. Aksi düşüncenin maddi gerçeğe ulaşılmasına engel teşkil edeceğini söylemişlerdir.

Anayasamızın 141’inci maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” düzenlemesi ile usul ekonomisi ilkesi anayasal dayanak bulmuştur. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde makul süre içinde yargılama yapılması gerektiği belirtilmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30’uncu maddesinde de ayrıca usul ekonomisi ilkesi başlığı altında “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” düzenlemesi yer almaktadır. Anayasa ve kanundaki düzenlemelerde usul ekonomisi mahkemenin uyması gereken bir yükümlülüktür. Bu ilke kişiler için ise bir hak şeklindedir.29

XI. Hakimin Davayı Aydınlatma Ödevi

Öğretide, hâkimin davayı aydınlatma ödevinin açık bir tanımı yapılmasa da, yasal düzenlemeden hareket ederek, görülmekte olan bir davada, taraflarca getirilmiş dava malzemesinin belirsizlik ve çelişkiler içermesi durumunda, hâkimin kanaat elde edebilmesi için taraflardan dava malzemesi veya delil getirmelerini istemesi, sorular sorarak yargılamadaki belirsizlikleri gidermesi yükümlülüğü olarak tanımlanabilir.30

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31’inci maddesinde hâkimin davayı aydınlatma yükü “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir, delil gösterilmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Maddenin gerekçesinde ise, hâkime maddi anlamda yargılamayı idare etme yetkisinin verildiği, hâkime taraflara sorular sorma, işaret ve müzakere etme ödevi yüklendiği belirtilmektedir. Bu şekilde hâkim, olayın ve hukukî uyuşmazlığın olgusal ve hukukî boyutlarını gerekli olduğu ölçüde taraflarla birlikte ele alabilecek, uyuşmazlığın zamanında çözümü için tarafların önemli vakıalar hakkında açıklama yapmalarını, özellikle ileri sürülen vakıalardaki eksiklikleri tamamlamalarını, delilleri ikame etmelerini ve gerekli talepleri ileri sürmelerini sağlayabilecektir.31

XII. Yargılamanın Hakim Tarafından Yürütülmesi ve Hukukun Kendiliğinden Uygulanması İlkesi

Yargılamada tasarruf ve taraflarca getirilme ilkeleri gereğince taraflara dava açıp açmama, açılan davaya devam edip etmeme, dava konusunu belirleme ve bu konu ile ilgili vakıa ve delilleri getirme yetkisi verilmiş iken yargılamanın yürütülmesi yetkisi hâkime verilmiştir. Hukuki sebep, tarafların yargılamada ileri sürdükleri vakıalara yönelik hukuki nitelendirme ile dayandıkları hukuk kurallarıdır. Hukuki nitelendirmeyi yapmak da hâkime aittir. İşte bu nedenle tarafların dilekçelerinde hukuki sebebi belirtmemiş olmaları bir eksiklik olarak görülmemiştir.

Tanrıver’e göre, “Yargılamanın sevk ve idaresinde, bir düzen içinde yürütülüp sonuçlandırılmasında, hâkimin egemen olmasını öngören yargılama hukuku ilkesine yargılamanın hâkim tarafından yürütülmesi ilkesi denir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 32’nci maddesinde yer alan “Yargılamanın sevk ve idaresi” başlıklı düzenlemede “Yargılamayı, hâkim sevk ve idare eder; yargılama düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alır. Okunamayan veya uygunsuz yahut ilgisiz olan dilekçenin yeniden düzenlenmesi için uygun bir süre verilir ve bu dilekçe dosyada kalır. Verilen süre içinde yeni bir dilekçe düzenlenmezse, tekrar süre verilemez.” şeklinde belirtilerek yargılamanın yürütülmesi yetkisi hâkime verilmiştir.

Yargılamanın hâkim tarafından yürütülmesi ilkesi gereğince, mahkeme ara kararlar ile tarafların taleplerini değerlendirip karar bağlamak zorundadır. Hâkime verilen bu yetki ile yargılamanın makul sürede, ucuz şekilde sonuçlanması amaçlanır. Bir yandan da taraflara eşit muamele ile iddia ve savunma hakkının sağlanması amaçlanmaktadır. Söz konusu ilke, usul ekonomisi ve hukuki dinlenilme hakkının doğal ve zorunlu bir sonucudur.

Hâkim görevinden ötürü taraflar arasındaki uyuşmazlığa ilişkin karar vermek için taraflarca getirilen vakıalara hukuk normunu uygular. Hâkim, ihtilafa yönelik hukuk kurallarını araştırma ve vakıalara bu kuralları uygulama ile ödevlidir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33’üncü maddesine göre, “Hâkim Türk Hukukunu resen uygular.” Buradaki Türk Hukuku, yalnızca kanunlarla sınırlı değildir. Örf adet hukukunu kapsadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu sözleşmeleri de içerir.

Davacı, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119’uncu maddesi gereğince dava dilekçesinde hukuki sebeplerini belirtmelidir. Bu sebep, tarafların getirdiği vakıalara uygulanacak olan hukuk kuralıdır. Taraflarca getirilen bu hukuk normu ile hâkim bağlı değildir. Olayları açıklamak tarafların, hukuki nitelendirmeyi yapmak ise hâkimin görevidir. Bu, Anayasa’nın 138’inci maddesinin bir gereğidir. Ancak bu yalnızca belirtilen düzenlemeler ile değil örneğin bilirkişinin görevlendirilmesi hususunda kanunda yer alan düzenlemelerde de vurgulanmıştır. Özellikle hâkimlik mesleğinin getirdiği hukuki bilgi ile çözümü mümkün konularda bilirkişiye başvurulamaması, yine bilirkişinin raporunda hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunmaması belirtilerek hukuki nitelendirmenin hâkime ait olduğu vurgulanmıştır.32

XIII. Adil Yargılanma Hakkı

Adil yargılanma hakkı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de taraf olduğu ve iç hukukun bir parçası haline gelen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesiyle güvence altına alınmış olan yargılamaya ilişkin temel haklardan birisi ve en önemlisidir. Yine, Anayasa’nın 36. maddesinde de, herkesin, adil yargılanma hakkına sahip olduğuna açıkça işaret edilmiştir.

Adil yargılanma hakkının amacı, etkili bir hukuksal korumadır. Bu hak, davanın her iki tarafına da ait bir hak niteliğindedir. Özü itibarıyla, eşitlik temeline dayalı bir biçimde hem davacıya hem de davalıya aktif olarak yargılamaya katılma, karşılıklı olarak iddia ve savunmalarda bulunma, alınacak kararda da etkili olabilme olanağının tanınmasını içerir. Adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkı ile aynı anlama gelmemektedir. Adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da bünyesinde bulunduran, kapsam itibarıyla ondan daha geniş bir içeriğe sahip hak konumundadır. Hukukî dinlenilme hakkı, yargılama başladıktan sonra, yargılamaya katılanların dinlenilmesini, yargılamada eşit şekilde işlem görmelerini, iddia ve savunmada bulunma olanağının verilmesini hedefler. Adil yargılanma hakkı ise, bu hakkın yanı sıra, kanunî, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde, alenî olarak, makul bir sürede yargılanmayı da içerir.33

Adil yargılanma hakkının, üç temel işlevi vardır:
  1. Adil yargılanma hakkı, devletin yargı fonksiyonunu bizzat sınırlandırması anlamına gelir. Bununla yargılamanın doğru ve adil bir biçimde gerçekleştirilmesi amaçlanır.
  2. Adil yargılanma hakkı, yine, yargılamaya katılanların salt obje haline gelmesini engeller. Bu suretle, onların yargılamaya ve sonuca etkili olabilmelerine olanak verir.
  3. Adil yargılanma hakkı, ayrıca, yargılama sırasında vuku bulabilecek ağır insan hakları ihlâllerini önleyici niteliktedir.

Kendisine işaret edilen bu işlevleri sebebiyle, adil yargılanma hakkı, tüm yargılamalar bakımından geçerlilik taşıyan, vazgeçilmesi kâbil olmayan, etik bir temeli de bulunan usuli bir güvence olarak ifade edilebilir.

Adil yargılanma hakkı, ne belirli bir yargılanma usulüyle ne de yargılamanın belirli bir kesitiyle sınırlıdır. Bu hak, davanın açılmasıyla başlayan ve verilen hükmün şeklî anlamda kesinleşmesiyle sona eren sürecin bütününde egemendir. Hatta, hükümden sonra da, cebrî icranın tümüyle gerçekleştirilmesine kadar varlığını devam ettirir.34

XIV. Sözlülük ve Yazılılık İlkesi

Yazılılık ve sözlülükten anlaşılması gereken, tahkikat ve yargılama işlemlerinin nasıl yürütüleceğidir. Kural olarak, yazılı yargılama usulüne tabi davalarda duruşma yapılır. Ancak hakim bu usulde, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında, ön inceleme duruşması yapmadan da dosya üzerinden karar verebilir.  Bunun dışında, kural hâkimin duruşma yapması ve kararı tefhim etmesidir. Hakimin duruşma yaptığı hallerde, tahkikat işlemleri sözlü yapılır. Ancak, yine de duruşma icrasının, talep ve beyanların mutlaka tutanağa bağlanması gerekir. O halde diyebiliriz ki; yazılı yargılama usulünde yazılılık ve sözlülük birlikte uygulanmalıdır.

Basit yargılama usulünde ise, hakimin mutlaka duruşma yapması zorunluluğu bulunmamaktadır. Hakim, “mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.” hükmü uyarınca tüm yargılama işlemleri ve karar dosya üzerinden gerçekleştirilebilir.

Medeni Usul Hukuku Yayınlarımız

İletişim

Bizi Arayın : +90 212 909 86 34

Mail Gönderin : info@ballawyer.com

whatsApp →

DİPNOTLAR

1 Nedim Meriç, Medenî Yargılama Hukukunda Tasarruf İlkesi (Hukuk Muhakemeleri Kanunu Çerçevesinde) (Ankara: Yetkin, 2011) (Meriç-Tasarruf İlkesi), 53-54

2 Meriç, Nedim. Medenî Yargılama Hukukunda Tasarruf İlkesi (Hukuk Muhakemeleri Kanunu Çerçevesinde). Ankara: Yetkin Yayınları, 2011, s. 74.

3 Tanrıver, Süha. Medenî Usûl Hukuku Cilt I (Tümüyle Gözden Geçirilmiş, Yenilenmiş, ve Genişletilmiş 4. Baskı). Ankara: Yetkin Yayınları, 2021, s. 389.

4 Tilkidöğen, Ceren, Medeni Usul Hukukunda Davaya Son Veren Taraf İşlemleri Çerçevesinde Tasarruf İlkesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2023, s. 25.

5 Erdönmez, Güray. “Bölüm 8: Medenî Usûl Hukukuna Hakim Olan İlkeler”. Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku Cilt I. Ed., Hakan Pekcanıtez/ Muhammet Özekes/ Mine Akkan/ Hülya Taş Korkmaz İstanbul: On İki Levha Yayıncılık, 15. B., 2017, s. 785

6 Meriç, Nedim: Medeni Yargılama Hukukunda Tasarruf İlkesi, Ankara, 2011, s.95.

7 Akgül Teber, Selin, Medeni Usul Hukukuna Hakim Olan İlkelerin İstinaf Yargılamasındaki Görünümü, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kırkkale, 2020, s. 53.

8 Akgül Teber, A.g.e. s. 54.

9 Rüzgaresen, Cumhur: Medeni Muhakeme Hukukunda Usul Ekonomisi İlkesi, Ankara- 2013, s. 126

10 Akgül Teber, A.g.e. s.60

11 Akgül Teber, A.g.e. s.61.

12 Akgül Teber, A.g.e. s. 68

13 Meriç, Nedim: Medeni Yargılama Hukukunda Tasarruf İlkesi, Ankara, 2011, s.119

14 Duran, Osman, Medeni Usul Hukukunda Taleple Bağlılık İlkesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı Doktora Tezi, Kayseri, 2020 s. 250

15 Akgül Teber, A.g.e. s. 251.

16 Akgül Teber, A.g.e. s. 257.

17 Akgül Teber, A.g.e. s. 81

18 Akgül Teber, A.g.e. s. 97.

19 Akgül Teber, A.g.e. s. 99.

20 Pekcanıtez, Hakan, Hukuki Dinlenilme Hakkı, s. 771

21 Akgül Teber, A.g.e. s. 771

22 Akgül Teber, A.g.e. s. 106

23 Akgül Teber, A.g.e. s. 107.

24 Akgül Teber, A.g.e. s. 107-108.

25 Kurt, Nesibe, Medeni Usul Hukukunda Aleniyet İlkesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara 2008, s.9.

26 Kurt, Nesibe, A.g.e. s. 10

27 Akgül Teber, A.g.e. s. 11.

28 Babacan, Talip, Medeni Yargılama Hukukunda Seri Davalar, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2019, s. 29.

29 Akgül Teber, A.g.e. s. 129.

30 Güleç, Şafak, Medeni Yargılama Hukukunda Hakimin Davayı Aydınlatma Ödevi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Ankara, 2020, s. 14-15.

31 Akgül Teber, Selin, Medeni Usul Hukukuna Hakim Olan İlkelerin İstinaf Yargılamasındaki Görünümü, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale, 2020, s. 136,137.

32 Akgül Teber, Selin, Medeni Usul Hukukuna Hakim Olan İlkelerin İstinaf Yargılamasındaki Görünümü, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale, 2020, s. 145.

33 Tanrıver, Süha, Medeni Yargı Bağlamında Adil Yargılanma Hakkı, TBB Dergisi, Sayı 53, 2004, s. 191-193.

34 Tanrıver, Süha, Medeni Yargı Bağlamında Adil Yargılanma Hakkı, TBB Dergisi, Sayı 53, 2004, s. 191-193.

KAYNAKÇA
  • Akgül Teber, Selin. Medeni Usul Hukukuna Hakim Olan İlkelerin İstinaf Yargılamasındaki Görünümü, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kırkkale, 2020
  • Babacan, Talip. Medeni Yargılama Hukukunda Seri Davalar, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2019
  • Duran, Osman. Medeni Usul Hukukunda Taleple Bağlılık İlkesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı Doktora Tezi, Kayseri, 2020
  • Erdönmez, Güray. “Bölüm 8: Medenî Usûl Hukukuna Hakim Olan İlkeler”. Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku Cilt I. Ed., Hakan Pekcanıtez/ Muhammet Özekes/ Mine Akkan/ Hülya Taş Korkmaz İstanbul: On İki Levha Yayıncılık, 15. B., 2017
  • Güleç, Şafak. Medeni Yargılama Hukukunda Hakimin Davayı Aydınlatma Ödevi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Ankara, 2020
  • Kurt, Nesibe. Medeni Usul Hukukunda Aleniyet İlkesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara 2008
  • Meriç, Nedim. Medeni Yargılama Hukukunda Tasarruf İlkesi, Ankara, 2011
  • Meriç, Nedim. Medenî Yargılama Hukukunda Tasarruf İlkesi (Hukuk Muhakemeleri Kanunu Çerçevesinde) (Ankara: Yetkin, 2011) (Meriç-Tasarruf İlkesi)
  • Pekcanıtez, Hakan. Hukuki Dinlenilme Hakkı
  • Rüzgaresen, Cumhur: Medeni Muhakeme Hukukunda Usul Ekonomisi İlkesi, Ankara- 2013
  • Tanrıver, Süha. Medeni Yargı Bağlamında Adil Yargılanma Hakkı, TBB Dergisi, Sayı 53, 2004
  • Tanrıver, Süha. Medenî Usûl Hukuku Cilt I (Tümüyle Gözden Geçirilmiş, Yenilenmiş, ve Genişletilmiş 4. Baskı). Ankara: Yetkin Yayınları, 2021
  • Tilkidöğen, Ceren. Medeni Usul Hukukunda Davaya Son Veren Taraf İşlemleri Çerçevesinde Tasarruf İlkesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2023